Bilenler bilir, Datça yarımadasının kuzeye bakan yüzü, Datça kasabasının ve ünlü büklerinin (Ovabükü, Hayıtbükü, Palamutbükü) bulunduğu güney kıyılarına göre çok daha bakirdir. Buralarda insan yerleşimi (parmakla sayılacak kadar az balıkçı kulübesi ve birkaç tapulu mülk dışında) yok denecek kadar azdır. O nedenle de yarımadanın kuzeyi; bakmaya doyum olmayan görkemli dağlarıyla, akdeniz bölgesine özgü endemik ağaç ve bitki türlerini barındıran ormanlarıyla bizden sonraki kuşaklara aktarabileceğimiz olağanüstü bir mirası ifade etmektedir. Yarımadanın kuzey kıyısında yer alan Bükceğiz, Murdala, Mersincik gibi sevimli koylara karadan ulaşmak için patika irisi toprak yolları arşınlamayı göze almanız gerekir. Ama yukarıdaki fotografta görülen rezalet yerleşimi Murdala koyuna oturtanlar, belki de Türkiye'de biricik olan sandal ağacı ormanlarını tahrip ederek yolları genişletmişler, içinde yılda 15 gün ziftlenecekleri yazlıklarını, doğal ve tarihi sit alanı olması nedeniyle güya her türlü yapılaşmaya yasaklanmış olan bu bölgeye oturtmuşlar. Her tarafından kirli kokular gelen bu yağmaya yasal yoldan engel olunamamış gözüküyor. O zaman biz de onları ilahi adalete havale ediyoruz. Çok canıgönülden bedduamızı aldılar. Yapanlara da, yapılmasına sebep olanlara da, göz yumanlara da, lanet olsun!
3 Eylül 2009 Perşembe
Kabeye giden yol?
"Şu Kumyer iki yoldur, ah biri sağ biri soldur/ Gül memenin arası, Kabeye giden yoldur/ Aman aman aman hop deyiver, anam evde yok deyiver/ Karakola düşersen, kimim kimsem yok deyiver"
Bu fotografta yukarıdaki türküde adı geçen Kumyer gözüküyor. Fotografta zeytin ve badem ağaçlarıyla kaplı olarak görülen bereketli ova da antik çağın Knidos kentinin dinsel ve sportif şenliklerinin yapıldığı Triopia. Gözükmeyen ise Datça'nın, Betçe'nin yukarıdaki türküdeki gibi, gül memenin arasını Kabe'ye giden yol olarak dile getiren aydınlık yüzlü insanları. Onları görmek, tanımak için de bizim köye (Yakaköy) uğramanız gerekecek. Merak etmeyin, oralara ulaşmak için çekeceğiniz sıkıntıya değecektir.
Bu kez şeyh uçmadı, müritlerini uçurdu
1 Eylül 2009 Salı
e.e.cummings
İnsanın hayatı boyunca şöyle geriye dönüp de “iyi ki yapmışım” dediği şeyler pek azdır galiba. İşsiz güçsüz kaldığım bir dönemde oturup Cummings'den şiir çevirmeye teşebbüs etmişim. Ne cesaret!.. Sonucu ne olursa olsun, belki de hayatımın şu son on yıllık döneminde “iyi ki yapmışım” diyebileceğim sayılı işlerden biri olmuş bu. İşte bir örnek: çeviri benden, eleştiri, beğeni veya yerin dibine batırma sizden.
her zaman böyle olmayabilir
her zaman böyle olmayabilir; ama diyelim ki/ bir gün senin dudakların, öylesine sevdiğim dudakların, bir başkasının dudaklarına/ dokunacak olursa, ve senin senin sevgili güçlü parmakların onun yüreğini/ kavrayacak olursa, çok uzak olmayan bir geçmişte benimkini kavradığı gibi;/ eğer bir başkasının yüzüne dolanacak olursa o güzelim saçların/ bana aşina bir sessizlikle, ya da/ o kıvranan büyük sözler, defalarca dile getirildiği halde,/ ruhun huzurunda çaresiz ve ve köşeye kıstırılmışcasına kalakalmışsa;
yani eğer böyle birşey olursa, böyle olursa yani-/ sen sevgilim bir haber sal bana;/ ki ben varıp gideyim o yabancıya, ellerini alıp ellerime/ diyeyim ki, Kabul buyur bütün mutluluğu benden./ Sonra dönüp yüzümü, bir kuşun ta uzaklardaki/ kayıp ülkelerden ötüşünü duyayım.
it may not always be so
it may not always be so and i say/ that if your lips, which i have loved, should touch/ another's, and you dear strong fingers clutch/ his heart, as mine in time not far away; /if on another's face your sweet hair lay/ in such a silence as i know, or such/ great writhing words as, uttering overmuch,/ stand helplessly before the spirit at bay;
if this should be, i say if this should be-/ you of my heart, send me a little word;/ that i may go unto him, and take his hands,/ saying, Accept all happiness from me./ Then shall i turn my face, and hear one bird/ sing terribly afar in the lost lands.
9 Temmuz 2009 Perşembe
Niğde Aladağlar'da
24 Haziran 2009 Çarşamba
İnkaya Çınarı
Başım göğe erdi!

2 Mayıs 2009 Cumartesi
SU DA YANAR
Kerkük alev alev yanıyor hoyratlarda, divanlarda. Bakın "Muhalif Hoyrat"ta su bile yanıyor:
Kalbime ateş düştü
İçinde yâr da yandı
Su septim ateş sönsün
Septiğim su da yandı
Bu Divan'da ise Kerem yanıyor, ama aşkı için Kerem gibi yanmak için yalvaranlar da eksik değil:
Dede gene men de yanam
Aç sinen ben dayanam
Kerem eşkinden yandı
Kölen olam umut ver ben de yanam
28 Mart 2009 Cumartesi
WOOD CAN'T HELP BEING BEAUTIFUL

Büyük İngiliz ressamı David Hockney, memleketi East Yorkshire'da yaptığı gezintiler sırasında görmüş yüz yıl önce dikilmiş kayın ağaçlarının oluşturduğu bu koruyu. Ve görür görmez bu korunun dört mevsimdeki halini resmetmeye karar vererek ilk iş olarak yukarıda gördüğümüz fotografı çekmiş.
Sonra kayın ağaçlarının yaz görünümünü resmetmiş aşağıdaki şekilde.


Sıra bahar resmine geldiğinde tekrar aynı noktayı ziyarete giden Hockney büyük bir hayalkırıklığıyla karşılaşmış.

"O küçük koruluğa yaklaşmak bile benim için önemli bir olaydı. Sanki büyük, muhteşem bir tapınağa yaklaşıyordum. Ağaçların her biri anıtsal, ulu, görkemliydi. Gördüğüm manzara ise sanki küçük bir köyün 900 yıllık kilisesinin köylüler tarafından bir gece içinde yerle bir edilmiş olması gibiydi. Herhalde korunun sahiplerinin bunu yapmaya hakları vardır. Ama neden hiç kimse birşey sormadı? Artık kimse birşey sormuyor. Ama güzelliği yok edemiyorlar. Ağaçların orada istiflenmiş gövdeleri bile güzeldi. SIMPLY BECAUSE WOOD CAN'T HELP BEING BEAUTIFUL."