3 Eylül 2009 Perşembe

Yağmanın resmi


Bilenler bilir, Datça yarımadasının kuzeye bakan yüzü, Datça kasabasının ve ünlü büklerinin (Ovabükü, Hayıtbükü, Palamutbükü) bulunduğu güney kıyılarına göre çok daha bakirdir. Buralarda insan yerleşimi (parmakla sayılacak kadar az balıkçı kulübesi ve birkaç tapulu mülk dışında) yok denecek kadar azdır. O nedenle de yarımadanın kuzeyi; bakmaya doyum olmayan görkemli dağlarıyla, akdeniz bölgesine özgü endemik ağaç ve bitki türlerini barındıran ormanlarıyla bizden sonraki kuşaklara aktarabileceğimiz olağanüstü bir mirası ifade etmektedir. Yarımadanın kuzey kıyısında yer alan Bükceğiz, Murdala, Mersincik gibi sevimli koylara karadan ulaşmak için patika irisi toprak yolları arşınlamayı göze almanız gerekir. Ama yukarıdaki fotografta görülen rezalet yerleşimi Murdala koyuna oturtanlar, belki de Türkiye'de biricik olan sandal ağacı ormanlarını tahrip ederek yolları genişletmişler, içinde yılda 15 gün ziftlenecekleri yazlıklarını, doğal ve tarihi sit alanı olması nedeniyle güya her türlü yapılaşmaya yasaklanmış olan bu bölgeye oturtmuşlar. Her tarafından kirli kokular gelen bu yağmaya yasal yoldan engel olunamamış gözüküyor. O zaman biz de onları ilahi adalete havale ediyoruz. Çok canıgönülden bedduamızı aldılar. Yapanlara da, yapılmasına sebep olanlara da, göz yumanlara da, lanet olsun!

Kabeye giden yol?


"Şu Kumyer iki yoldur, ah biri sağ biri soldur/ Gül memenin arası, Kabeye giden yoldur/ Aman aman aman hop deyiver, anam evde yok deyiver/ Karakola düşersen, kimim kimsem yok deyiver"


Bu fotografta yukarıdaki türküde adı geçen Kumyer gözüküyor. Fotografta zeytin ve badem ağaçlarıyla kaplı olarak görülen bereketli ova da antik çağın Knidos kentinin dinsel ve sportif şenliklerinin yapıldığı Triopia. Gözükmeyen ise Datça'nın, Betçe'nin yukarıdaki türküdeki gibi, gül memenin arasını Kabe'ye giden yol olarak dile getiren aydınlık yüzlü insanları. Onları görmek, tanımak için de bizim köye (Yakaköy) uğramanız gerekecek. Merak etmeyin, oralara ulaşmak için çekeceğiniz sıkıntıya değecektir.

Bu kez şeyh uçmadı, müritlerini uçurdu


Memleketimizin kıymeti kendinden menkul âlimleri cemaat mensubiyetini postmodern zamanların en tabii sonucu olarak görüyorlar. Eyvallah!.. O zaman alın size bir itiraf: Biz de kanaat önderinin Leonard Cohen olduğu bir cemaatin üyesiyiz kardeşim. 5 Ağustos 2009 akşamı İstanbul'da Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesinde sayısı altıbine ulaşan biz müritlerini uçurdu şeyhimiz. Dolunayın aydınlattığı o yaz akşamında esridik, şad olduk. Şeyhimizin ağzına sağlık, beline kuvvet diledik.

1 Eylül 2009 Salı

e.e.cummings


İnsanın hayatı boyunca şöyle geriye dönüp de “iyi ki yapmışım” dediği şeyler pek azdır galiba. İşsiz güçsüz kaldığım bir dönemde oturup Cummings'den şiir çevirmeye teşebbüs etmişim. Ne cesaret!.. Sonucu ne olursa olsun, belki de hayatımın şu son on yıllık döneminde “iyi ki yapmışım” diyebileceğim sayılı işlerden biri olmuş bu. İşte bir örnek: çeviri benden, eleştiri, beğeni veya yerin dibine batırma sizden.


her zaman böyle olmayabilir


her zaman böyle olmayabilir; ama diyelim ki/ bir gün senin dudakların, öylesine sevdiğim dudakların, bir başkasının dudaklarına/ dokunacak olursa, ve senin senin sevgili güçlü parmakların onun yüreğini/ kavrayacak olursa, çok uzak olmayan bir geçmişte benimkini kavradığı gibi;/ eğer bir başkasının yüzüne dolanacak olursa o güzelim saçların/ bana aşina bir sessizlikle, ya da/ o kıvranan büyük sözler, defalarca dile getirildiği halde,/ ruhun huzurunda çaresiz ve ve köşeye kıstırılmışcasına kalakalmışsa;


yani eğer böyle birşey olursa, böyle olursa yani-/ sen sevgilim bir haber sal bana;/ ki ben varıp gideyim o yabancıya, ellerini alıp ellerime/ diyeyim ki, Kabul buyur bütün mutluluğu benden./ Sonra dönüp yüzümü, bir kuşun ta uzaklardaki/ kayıp ülkelerden ötüşünü duyayım.


it may not always be so


it may not always be so and i say/ that if your lips, which i have loved, should touch/ another's, and you dear strong fingers clutch/ his heart, as mine in time not far away; /if on another's face your sweet hair lay/ in such a silence as i know, or such/ great writhing words as, uttering overmuch,/ stand helplessly before the spirit at bay;

if this should be, i say if this should be-/ you of my heart, send me a little word;/ that i may go unto him, and take his hands,/ saying, Accept all happiness from me./ Then shall i turn my face, and hear one bird/ sing terribly afar in the lost lands.

9 Temmuz 2009 Perşembe

Niğde Aladağlar'da


Hasandağından (3265 m.) sonra bir daha dağ tırmanışı yapabileceğim konusunda kuşkularım vardı. Ama 5 Temmuz sabahı erken saatlerde Niğde Aladağlar Emler zirvesinde (3723 m.) buldum kendimi. Bilenler bilir, Emler'e doğu yüzünden tırmanmak o kadar da güç bir iş değil. Ancak bir önceki gece kamp kurduğumuz 3250 metredeki Çelikbuyduran'da karşılaştığımız müthiş yaz fırtınası gerçekten korkuttu beni. Her zamankinden daha da korunaksız gözüken küçücük çadırımızda üç kişiydik. Şimdiye kadar tanık olmadığım şiddette bir yağmur gece boyunca durmamamacasına yağdı. Bu yetmezmiş gibi gökgürültüsü ve birkaç dakikada bir yakınlarımıza düşen ve çevreyi gündüz gibi aydınlatan yıldırım aslında tabiat karşısında ne kadar da güçsüz olduğumuzu hatırlatıyordu. O çaresizlik içinde saatler boyu Tanrıya, beni sevdiklerime bağışlaması için yalvardım. Beni ve diğer çadırlarda yatan yol arkadaşlarımı, katırcımız Osman ve küçük oğlu Turan'ı, şiddetli yağmur altında sabırla sabahı bekleyen katırlarımızı bu felaketten koruması için yalvardım Tanrı'ya. Şükürler olsun ki dualarımı geri çevirmedi yüce Yaratıcı. Sabah daha gün ağarmadan tırmanışa geçmek için çadırlarımızdan çıktığımızda yerde kar vardı. Herşeye rağmen Emler'in zirvesine çıktık, gündoğumunda Aladağların Kızılkaya, Kaldı, Alaca gibi zirvelerinin güneşin ışığı vurdukça büründüğü olağanüstü güzellikteki görünümlerini doyumsuzca seyrettik ve sağ salim evimize döndük.

24 Haziran 2009 Çarşamba

İnkaya Çınarı

600 yaşında bir doğu çınarı. Bursa Uludağ yolundaki İnkaya köyünde. Şimdiye kadar gördüğüm çınarların en görkemlisi. İnsanı şaşırtan, coşkuya, hatta benim gibi hazırlıksız yakalananları gözyaşlarına boğan muhteşem bir canlı. Gölgesinde oturanları sevgiyle kucaklayan bir ana, geçip giden zamana tanıklık eden bir bilge, tabiatın bereketini ve yüceliğini insanoğluna aktarmakla görevlendirilmiş bir elçi o. Tanrı onu başımızdan eksik etmesin.

Başım göğe erdi!


Başım göğe erdi! 7 Haziran 2009 günü saat 11'de Doğa Gezgini bir grup arkadaşımla birlikte 3265 metre yükseklikteki Hasan Dağının zirvesine ulaştık. Tırmanıştan çok iniş beni zorladı. Ama çok eskiden beri Güneye gidip gelirken dümdüz Aksaray-Niğde Ovasında görkemli duruşu ve karlı zirvesiyle gönlümü çelen Hasan Dağına tırmanmak ve bu kez zirveden uçsuz bucaksız ovayı, 120 km ötedeki Erciyes Dağını, Niğde Aladağları ve Tuz Gölünü izlemek çok, ama çok keyifliydi. Uzun zamandır yaptığım hiçbir şeyden bu kadar mutluluk duymamıştım. İçimdeki doğa sevgisini ateşleyen, bana cesaret ve güç veren Yüce Yaratıcıya şükürler olsun.

2 Mayıs 2009 Cumartesi

SU DA YANAR


Kerkük alev alev yanıyor hoyratlarda, divanlarda. Bakın "Muhalif Hoyrat"ta su bile yanıyor:

Kalbime ateş düştü
İçinde yâr da yandı
Su septim ateş sönsün
Septiğim su da yandı

Bu Divan'da ise Kerem yanıyor, ama aşkı için Kerem gibi yanmak için yalvaranlar da eksik değil:

Dede gene men de yanam
Aç sinen ben dayanam
Kerem eşkinden yandı
Kölen olam umut ver ben de yanam

28 Mart 2009 Cumartesi

WOOD CAN'T HELP BEING BEAUTIFUL


Büyük İngiliz ressamı David Hockney, memleketi East Yorkshire'da yaptığı gezintiler sırasında görmüş yüz yıl önce dikilmiş kayın ağaçlarının oluşturduğu bu koruyu. Ve görür görmez bu korunun dört mevsimdeki halini resmetmeye karar vererek ilk iş olarak yukarıda gördüğümüz fotografı çekmiş.

Sonra kayın ağaçlarının yaz görünümünü resmetmiş aşağıdaki şekilde.

Daha sonra da bu kış görünümü çıkmış ortaya.


Sıra bahar resmine geldiğinde tekrar aynı noktayı ziyarete giden Hockney büyük bir hayalkırıklığıyla karşılaşmış.


"O küçük koruluğa yaklaşmak bile benim için önemli bir olaydı. Sanki büyük, muhteşem bir tapınağa yaklaşıyordum. Ağaçların her biri anıtsal, ulu, görkemliydi. Gördüğüm manzara ise sanki küçük bir köyün 900 yıllık kilisesinin köylüler tarafından bir gece içinde yerle bir edilmiş olması gibiydi. Herhalde korunun sahiplerinin bunu yapmaya hakları vardır. Ama neden hiç kimse birşey sormadı? Artık kimse birşey sormuyor. Ama güzelliği yok edemiyorlar. Ağaçların orada istiflenmiş gövdeleri bile güzeldi. SIMPLY BECAUSE WOOD CAN'T HELP BEING BEAUTIFUL."

7 Ocak 2009 Çarşamba

Sakın şaşırma!



Biz bir avuç insanız. Yaz kış demeden, dere tepe yürürüz. Bu fotografta olduğu gibi sislerin arasından birer hayalet gibi süzüldüğümüz de olur, yolumuzu kaybedip kaybolduğumuza sevindiğimiz de. Günlük kaygılarımızı, işlerimizdeki gerginlikleri, yaşadığımız hoyratlıkları şehrin toz ya da kömür kokulu sokaklarında bırakır, atarız kendimizi tabiatın bağrına. Biliriz ki ruhlarımızı asıl huzura kavuşturacak olan tabiatın o muhteşem sessizliği, o benzersiz yaratıcılığıdır. Bir çiçekte, bir böcekte, mutevazı bir ardıç ağacının dallarında en kutsalın gölgesini biz görürüz. Ve hep bir sonraki gelişimizde bu güzellikleri bir daha göremeyecek olmanın endişesi içinde tutunuruz tabiata ve birbirimize. Bir ibadet gibidir bizimkisi: Tanrının yarattıklarına şükreder, tabiatın bereketinin bol olması için sessiz dualar ederiz. Bir dahaki sefere sislerin arasından sessizce süzüldüğümüzü gördüğünüzde sakın şaşırmayın.