Bitti değil mi? Kayıtsızlık, suskunluk, korkaklık, ucuzluk, hayınlık, kıskançlık da bitecek mi 2007 ile birlikte?
30 Aralık 2007 Pazar
19 Aralık 2007 Çarşamba
Ses ver ey kâri!
Biz de biliyoruz bayramlar kendine ricat zamanı değildir. Tam aksine gönlünü dışarıya açma ve paylaşma zamanıdır. Ama ya bu bayramda bahtına hayalkırıklığı düşmüşse, ya inandığın değerlerin (yani iyiliğin, dürüstlüğün, çalışkanlığın) üstüne karlar yağmışsa, ya da çakalların içinde yapayalnız bırakıldığın hissine kapılmışsan ister istemez?
O zaman senden medet umuyoruz ey kâri. Biz buradayız, ya sen nerelerdesin?
O zaman senden medet umuyoruz ey kâri. Biz buradayız, ya sen nerelerdesin?
3 Aralık 2007 Pazartesi
Reach out and touch someone
19 Kasım 2007 Pazartesi
Bayram budur
"Bayram nedir ki dedim kendi kendime
Bayram bir ömürdür ben gibi bir deliye"
Bu Can Yücel'in bayramı. Bu tanıma canıgönülden katılmakla birlikte, ben de bu olağanüstü güzel çiçekleri Kasım ayında bir ağacın dallarında görme bahtını ekliyorum bu tanıma. Bana bayram sevinci yaşatan bu ağaç Lefkoşalı, adı Sülünağacı (Parkinsonia aculeata). Ben tanıdım, siz de tanıyın onu.
6 Kasım 2007 Salı
Kıbrısın en yaşlı canlısı kim?
23 Ekim 2007 Salı
Yeniden doğarız ölümlerden
Walt Whitman'ın "Redwood Ağacının Türküsü" şiirinden alınma birkaç dize eşlik etsin göknar filizinin umuda yolculuğuna:
Görkemli kardeşlerim bizi yaslı terketmeyin,
Biz ki zamanımızı azametle tamamladık,
Tabiatın sessiz rızasıyla, sessiz ve muazzam bir keyifle,
Geçmişten bu yana ne yazılmışsa kaderimizde kabulümüz,
İşte bırakıp meydanı gençlere, gidiyoruz.
Biz ki zamanımızı azametle tamamladık,
Tabiatın sessiz rızasıyla, sessiz ve muazzam bir keyifle,
Geçmişten bu yana ne yazılmışsa kaderimizde kabulümüz,
İşte bırakıp meydanı gençlere, gidiyoruz.
15 Ekim 2007 Pazartesi
Bella donna
"Bella donna" italyanca güzel kadın demek. Bitkimizin bilimsel adı da buradan geliyor: "Atropa belladonna". Türkçede ise "güzelavrat otu"olarak biliniyor. Bu bitki eski çağlardan beri kadınlar tarafından doğal bir makyaj malzemesi olarak kullanılıyor. Bitkinin özünün gözbebeklerini genleştirme özelliği o zamanlardan beri biliniyor. Ama bitkinin zehirli olduğu, az miktarda alındığında sanrı (halüsinasyon) gördürdüğü, çok miktarda alındığında ise ölümcül olabildiği de artık malûm. Bitkinin adının bir süslenme aracı olduğu için mi güzel kadınlardan alındığı, yoksa güzel kadınların başdöndürücü niteliğine bir gönderme mi olduğu biraz tartışmalı. Belki her ikisi de doğru. Güzelavrat otunun çiçekleri de, parlak siyah renkli meyvası da çok göz alıcı. Anadolunun serin, çok fazla güneş almayan ormanlık alanlarında bolca yetişiyor. Modern tıp biliminde bitkimizin özünü oluşturan atropin maddesi hem bir panzehir olarak biliniyor, hem de özellikle göz hekimleri tarafından, aynen eski çağlardaki kadınların yaptığı gibi, gözbebeğinin genleştirilmesi ve sabitlenmesi amacıyla kullanılıyor.
27 Eylül 2007 Perşembe
Aşık oldum
Bu yaz sonunda Datça'yı ilk kez gördüm. Bu karşılaşma belki de bir ömür boyu sürecek bir aşkın başlangıcı oldu benim için. Şimdi Datça'ya erken gelen baharı bekliyorum dört gözle. Yarımadanın bereketli yağmurlar sonrası halini çok merak ediyorum. Çok kurak geçen bir yazdan sonra dahi güzelliği başdöndürücüydü Datça Yarımadasının (ne de olsa Afroditin yurdu), baharda güzelliğiyle çıldırmak işten değil.
Knidos Afroditi nerede?
Şehre hâkim, Knidos'un her iki limanını da gören bu noktadaki yuvarlak bir yapının kalıntısı bu. Arkeologlar "o" burada olmalıydı diyorlar. O, yani Knidos Afroditi. M.Ö. 4. yüzyılda yaşamış ünlü heykeltraş Praxiteles'in başyapıtı. Varlığı bilinen, sonradan onlarca kopyası yapılan, ama orijinali asla ele geçirilemeyen bir efsane. Praxiteles, bir tanrıçayı ilk kez bütünüyle çıplak gösterdiği bu eseriyle antik çağda büyük gürültü koparmış. Knidos, hayranlık ve kıskançlık duygularıyla kavrulan gezginlerin akınına uğramış antik çağlarda. Heykel kutsal banyo hazırlığı yapan Tanrıça Afroditi betimliyor. Sol elinde üzerinden çıkardığı giysisi var, sağ eliyle mahrem yerlerini saklıyor gibi. Rivayete göre heykelin ününü duyan Afrodit de Knidos'a gelip heykeli tavaf ettikten sonra "Praxiteles beni nerde çıplak gördü ki?" diyesiymiş.
23 Ağustos 2007 Perşembe
Yaban yasemini
Kuzeybatı Amerika gezimizin son notu Columbia vadisinde rastladığım bu narin çiçeğe ait. Amerikalılar ona "climbing nightshade" adını vermişler. Latince adı kulağa daha şairane geliyor: Solanum dulcamara. İlk gördüğümde bu kıtaya özgü bir bitki olduğunu sanmıştım. Ama yurda dönüp de biraz kitap karıştırınca bu çiçeğin nerdeyse Anadolunun her yerinde yaygın olarak bulunan yaban yasemini olduğunu öğrendim. Dolayısıyla Kuzeybatı Amerika ile Anadoluyu güzel bir rastlantı ile birbirine bağladı bu çiçek. O nedenle gezinin son fotografı olarak seni seçtim YABAN YASEMİNİ!..
Mt. Hood
Buralara kadar gelmişken Portland'ın 75 km yakınındaki bu görkemli dağı yakından görmeden gitmek olmazdı. Mt. Hood bizim Erciyes'e benziyor. Onun gibi geniş bir düzlükte yükseldiği için olduğundan (3426 m) daha haşmetli gözüküyor. Çevresi ormanlık. Kışın bol kar aldığı için Amerikanın en gözde kayak merkezlerinden biri aynı zamanda. Kuzeybatı Amerika'ya yolunuz düşerse muhakkak muhteşem Columbia nehri vadisini aşarak bu güzel dağa ulaşan rotayı seçin. Yolda göreceğiniz şelaleler, kanyonlar da cabası!..
Kızılderililer nerede?
Şef Seattle
Burası Bill Gates evi değil
Seattle'dan
Haiku der ki
Redwood'un veda şarkısı
Redwood Milli Parkında hayat ve ölüm içiçe. Binlerce yıl yaşadıktan sonra tabiatın emrine boyun eğip devrilen koca ağaçlar, daha genç ve daha güçlü yeni kuşağa yer açıyor. Ama bu doğal ölümün getirdiği tevekkül duygusu içinde onlar da Walt Whitman'ın (1819-1892) dillendirdiği şarkıyı terennüm ediyorlar artık:
Elveda kardeşlerim,
Elveda yer ve gök – elveda komşu sular;
Zamanım doldu, artık gitme vakti.
22 Ağustos 2007 Çarşamba
Tall Trees Grove
Yangınlar değil
Beyazlar Kuzey Amerikanın batı kıyılarına 1800'lü yılların başlarında ulaştılar. Bu dev ağaçları gördüklerinde gözlerine inanamamış olmalılar. O tarihte redwood ormanları Pasifik sahilinde 8000 km karelik bir alanı kaplıyordu. 1850'li yıllarda büyük bir açgözlülükle redwood ormanları talan edilmeye başlandı. San Francisco kentinin bu sayede inşa edildiği biliniyor. Şimdi bu ilk orman kuşağından sadece %3'ü ayakta kalmış. Onlar da milli park olarak muhafaza ediliyor. Redwood'ların bu ilk kuşağına, bu ağaca adını veren ve onlarla bir ölçüde aynı kaderi paylaşan kızılderililer gibi (Sequoia bir Kızılderili şefiydi) artık sadece özel olarak korunma altına alınmış alanlarda rastlanabiliyor (bu bölgenin ilk sakinleri olan ve tabiatla binlerce yıl barış içinde yaşamış olan kızılderililere de artık sadece "indian reservation"larda rastlayabiliyorsunuz). O nedenle, bu fotografta görüldüğü üzere, orman yangınları bile vızgelirdi ilk kuşak redwood'lara. Hatta ortalama yüz yılda bir doğal nedenlerle çıkan orman yangınlarının ormanda yaşayan asalakları temizleyerek bu dev canlıların daha da uzun yaşamasına ve büyümesine katkıda bulunduğu da söyleniyor. Pek çok redwood'un 30 cm'ye ulaşan kalınlıktaki kabukları hâlâ bu yangınların izlerini taşıyor. Dolayısıyla yangınlar değil, insanoğlunun dizginlenemeyen açgözlülüğü tüketti redwood ormanlarını.
Ona Redwood derler
Driftwood
İncecik kumlara sarılmış olarak güneşlenirken bana şiirsel bir poz veren bu kütüğe buralılar driftwood diyorlar. Bütün kuzeybatı Pasifik sahili, kumsallar, özellikle de nehir ağızları bunlarla dolu. Kuzey Amerikanın belki de en yoğun ormanlık bölgesi buralar. Tabiat şartlarının bu ormanlardan kopardığı ağaçlar nehirler aracılığıyla okyanusa akıyor. Okyanus da yine büyük bir cömertlik göstererek med cezirler aracılığıyla bu kütükleri insanlara sunuyor. Bütün sahil kasabalarında bunlar kamu malı kabul edildiği için insanlar bunları topluyor. Bazıları şaşırtıcı görüntüleri nedeniyle birer doğal heykel gibi evlerin önünde sergileniyor, bazıları yine bu olağandışı görüntüleri nedeniyle birer sanat eseri muamelesi görerek satışa sunuluyor, çoğu da pek keyifli olan kamp veya plaj ateşlerinde yakılıyor. Tabiatın bizlere sunduğu bir başka bereket bu kısacası.
Pasifik kıyısında
Burası bir başka denizin kıyısı. Bizim denizlere benzemeyen, med-cezirin gücünün yakından hissedildiği bir deniz. Deniz demek de doğru olmayabilir. Burası Pasifik Okyanusu. Suyu soğuk. Çelik gibi.
Portland'a 125 km mesafedeki Canon Beach burası. Canon Beach Oregon eyaletinin Pasifik kıyısındaki en kuzey noktası. Fotografta uzaklarda görünen kayası ile ünlü. Kayanın adı Haystack Rock. 70 metre yüksekliğindeki bu kayanın dünyanın en yüksek üçüncü kıyı kayası olduğunu iddia ediyor Canon Beach ahalisi. Malum Amerika'da büyüklükler ve büyüklüklerin sıralaması çok önemli. Bunu biz de daha Pasifik sahiline adım atar atmaz Haystack (samanyığını-tınaz) kayası sayesinde öğrendik. Güneye, Kaliforniya sınırına kadar daha 5oo km'den fazla yolumuz var. Sahilin bu kesiminin doğal güzelliği Amerika'da pek ünlüymüş. Dolayısıyla göreceklerimizin heyecanı sardı şimdiden bizleri.
29 Temmuz 2007 Pazar
Abbas yolcudur
Sevgili hemşehrimiz Cahit Sıtkı ile veda edelim dostlara. Kırbacı basıp sihirli seccadeye, bir okyanus aşıp bir başka okyanusun kıyısına doğru yola çıkıyorum. Yanlış anlaşılmasın, gençliğimi yeniden yaşamaya değil, hasreti artık yüreğimi yakan Kerem Usta'yı görmeye gidiyorum. Yediğimizi i
çtiğimizi değil, ama gördüklerimizi sizlerle paylaşmak boynumuzun borcu olsun. Sağlıcakla kalın şimdilik...
"Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan."
23 Temmuz 2007 Pazartesi
Dertlerin kalkınca şaha
Galiba yenilginin kendisinden çok, "acaba yanlış düşünen ben miyim?" sorusu ve içime düşen kuşku rahatsız ediyor beni. Yoksa hayatım boyunca çok yenilgi tattım ben. Yenilsem bile her seferinde doğru yolda olduğumu bilmenin verdiği cesaretle tekrar ayağa kalkıp yürüdüm. Ama şimdi kafam çok karışık. Yazın bu en sıcak günlerinde, bir taraftan susuzluğun kapımıza kadar geldiğini hissediyor, bir taraftan da bu kafa karışıklığı içinde kıstırılmışlık duyguları ile kendi içime saklanıyorum. Muhayyilemin beni hırçın tabiatın sağaltıcı kucağına sürüklemesine müsaade ediyorum. Orada yalçın dağlar arasına saklanmış yaylamızı görüyorum. Yaylada soğuktan korunmak için kayalara sıkı sıkı tutunmuş bir ardıç ağacı buluyorum, eğilip yüzümü sürüyorum ağacın yapraklarına. Ardıç yaprağında sabahki çiseden kalmış bir damla su, bütün kainatı içinde barındırıyormuş gibi gülümsüyor bana. Madem ki şebnem bana gülümsedi, yukarılara sitemlerimi yollamaktan vazgeçiyorum ben de...
17 Temmuz 2007 Salı
Kıbrıs Köyü ne yana düşer?
Kıbrıs Köyü, Ankara'da Mamak ilçesi sınırları içinde, Elmadağ eteklerinde bir köy. Köy sıradan, ama yakınlarındaki vadi saklı bir cennet gibi. Elmadağın kar sularıyla beslenen dere yılın 12 ayı akıyor. Dere vadiyi çok derin bir şekilde oymuş. Çevre o nedenle ürkütücü kaya oluşumlarıyla dolu. Bu kayalarda birçok yırtıcı kuş türünü görmek mümkün. Vadi tabanında 12 ay akan suyun yarattığı mikro iklim koşulları burayı çok özel kılıyor. Bu nedenle vadi tabanında nerdeyse Karadeniz iklimi sürüyor. Ankaranın göbeğinde Karadeniz iklimine özgü bitki örtüsü görmek şaşırtıyor insanı. Doğal olarak yetişmiş, oldukça yaşlı ağaçlardan oluşan bir fındıklık bile var burada. Başka ne var? Ankara'nın endemik çiçeklerinden olan ve Ankaranın adıyla anılan birkaç çiçekten biri olan Ankara karanfili (Dianthus ancyrensis) var. İyi haberler bu kadar. Kötü haber ise bu vadiye açgözlü belediyecilerin göz dikmiş olmaları. Rant hırslarını -şimdilik- mahkemeler durdurmuş. Ama bir seçim daha kazanırlarsa bu vadi de "kentsel dönüşüme" kurban gidecek demektir. Bu yetmezmiş gibi bir de kimi ruhsatlı, kimi ruhsatsız işletilen taş ocakları var. Hemen vadinin iki yakasında tabiatı dümdüz etmekle ve aşağıdaki güzelim vadiyi ve bu arada köyü toz duman etmekle meşguller. Vadiye yığdıkları taş ve kaya parçaları da cabası. Kıbrıs Köyü vadisinin hikayesi şimdilik bu kadar...
14 Temmuz 2007 Cumartesi
Şapkası başında göknar filizi
Bu bir göknar filizi. Rüzgarın taşıdığı erkek tohum (yani polen), göknar kozalaklarının pulları arasında saklanan dişi tohumu bulduktan sonra döllenmeyle ağırlaşan tohumu taşıyan pul kozalaktan ayrılır ve yerçekimine kendini bırakarak toprağı bulur. Burada bir başka tabiat mucizesi gerçekleşir ve tohum filizlenir. Bu fotografta olduğu gibi sadece birkaç cm boyunda olan göknar filizi hâlâ toprağa yumuşak iniş yapmasını sağlayan pulu bir şapka gibi taşımaktadır. Pek yakında şapkasını çıkarıp tabiat şartları elverdiği ölçüde büyümeye devam edecektir. Bize de tabiatın kendini yenilemedeki bu eşsiz becerisi karşısında susup şapka çıkarmak düşer...
3 Temmuz 2007 Salı
Doğu çınarı, Platunus orientalis
İnebolu'dan Abana'ya giderken karşılaştık bu çınarla. Adı Bayezid Çınarı. Herhalde II. Bayezid döneminden kalma olduğu için. Dikim tarihi 1484. Bu hesaba göre beş asırdan daha yaşlı. Zamana direnebildiği için benim gibi fanilerin gözünde neredeyse ilahi bir varlığa kavuşuyor bu ağaç. Karadenizin kıyıcığındaki bu asude köye çok yakışmıştı. Gölgesinde çayını yudumlayacaklara "muhteşem" dedirtecek ve varlığı bize olduğu gibi, gelecek nesillere de mutluluk verecek.
Merhaba
Gözlerimi dört açarak tabiatı tekrar keşfetmeye çalışıyorum. Çevreme bir başka gözle bakıyorum artık. Börtü böceği, kuşları, ağaçları, çiçekleri daha yakından tanımak, adlarını bilmek istiyorum. Neden? Hızla yokolup giden, insanoğlunun önlenemez hırsına kurban giden doğal çevreye son bir gayretle sıkı sıkı tutunma gayreti mi benimkisi? Yoksa artık kemale eren yaşımın gereği tabiata dönmenin ön hazırlıkları mı? Bilemiyorum. Belki, kent yaşantısının yarattığı hayalkırıklığıyla yüzümü kırlara çeviriyorum, belki de insandan kestiğim umudu tabiatta arıyorum. Artık sadece tabiat, tabiatın çeşitliliği, renkliliği şaşırtıyor, heyecanlandırıyor beni. Belki aynı duyguları paylaşan birileri çıkar diye yazıyorum.
O nedenle Merhaba!...
O nedenle Merhaba!...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)